Reza Şah Pehlevi’nin Türkiye ziyaretinde Atatürk ile çekilmiş fotoğrafı
1926’da son Kacar sultanı Ahmed Şah’ı deviren Rıza Han, Pehlevi hanedanlığı’nı kurdu. Hemen giriştiği İran’ı modernleştirme çabalarında Atatürk’ü kendisine örnek aldı. O dönemde İran’da ulaşım çok geri kalmıştı; sağlık sistemi hemen hemen yok gibiydi, tarım ve sanayi ise gelişmemişti. Atatürk gibi işe önce sosyal devrimlerle başladı. Dini etkileri kırmak için kadınların kara çarşaf giymelerini ve Muharrem Ayındaki “Aşure Günü” kutlamalarını yasakladı. Bürokrasiyi laikleştirmeye ve ulema’nın nüfuzunu kırmaya çalıştı.
Atatürk’ün yaptığı gibi dilde sadeleşmeye önem vermiş, Farsçanın içindeki Arapça ve Türkçe kelimeleri temizlemeye çalışmıştır. İslam öncesi Fars tarihinin yüceltilmesi, Fars milliyetçiliğinin öne çıkartılması gibi konularda kültürel politikalar uygulamıştır. Rıza Şah, Fars milliyetçiliğini yükseltmekle birlikte etnik olarak bir Azeri aşiretinden gelmekteydi, Türkiye ziyaretinde Atatürk ile Türkçe konuşmuştu.
Öte yandan, 2. Dünya savaşının yaklaşıyor olması nedeniyle Türkiye, 1935 yılında İran, Irak (ve sonra Afganistan) ile Sadabat Paktı’nı imzaladı.
İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmaya çalışan İran, savaşa girmemek için başarılı bir politika izlemiştir. Rıza Han, bazı İran toprakları Rusya tarafından ele geçirilince Amerika ve İngiltere’ye yaklaşmış, 1941’de istifaya zorlanmış ve gene de sürgüne gönderilmekten kurtulamamıştır. Yerine Pehlevi hanedanından, 22 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza Şah geçirilmiştir.
İngiliz – İran Petrol şirketinin İran petrollerinden milyonlarca dolar kazanmaları İran Petrollerinin millileştirilmesi tartışmalarını başlatmış 70 yaşındaki milliyetçi başbakan Musaddık, her türlü dış baskıya rağmen bu işi başarmıştır. Petrolün millileştirilmesi İran’da halen resmi tatil olarak kutlanmaktadır. Şirketin İngiliz ortakları buna karşılık İran petrollerine uluslararası boykot uygulamaya başlamıştır. Bu dönemde İran’ın petrol gelirleri neredeyse sıfıra inmiştir. İran, bol miktarda petrolü olan, ama bunu rafineride işleyemeyen, tankeri olmadığı için de taşıyamayan bir ülke durumuna düşmüştür.
1953’te Şah’ın ülkede olmadığı bir dönemde Musaddık, ülke dışına çıkartılmış, sonuçta İran petrolü gene uluslararası bir şirketin eline geçmiştir. Bu sefer ABD, bu şirketin %40 ortağı durumuna gelmiştir.
Musaddık’ın gidişiyle Amerikan Hükümeti sosyal iyileştirmeler ve ekonomik düzenlemeler yapması için Şah’a baskı yaptı. Böylece Beyaz Devrim adıyla büyük bir reform hareketine girişildi. Kamu kuruluşları özelleştirildi, feodal toprak ağalıkları yıkıldı, toprak, köylülere satıldı, tüm halkı kapsayacak bir sosyal güvenlik sistemi kuruldu, köylere binlerce kişilik eğitim ve sağlık birimleri gönderildi, kültür alanında ve eğitimde yeni hedefler belirlendi, eğitim sistemi baştan başa elden geçirildi, batı tarzı giyim, yaşam ve müzik teşvik edildi.
Ancak halk, Şah’ın vizyonunu onunla aynı şekilde görmüyordu. Geniş halk kitleleri giderek yoksullaştı, büyük şehirlere çalışmak için göç etmeye başladı. Büyük şehirlerde Batı tipi yaşam, diskolar ve eğlence yerleri vardı ama sıradan halk için bu büyük bir kültür şoku demekti. Halka yardım edenler ise din adamları ve ulema sınıfı oldu.
Ulemanın aynı zamanda büyük toprak sahibi olmaları ve toprak reformunun onların aleyhine olması, seçme ve seçilme haklarının müslüman olmayanlara da tanınması ve sürekli yükselen enflasyon nedeniyle Şah’ın otoritesine karşı çıkanların sayısı hızla arttı.
1955 yılında Türkiye, İran, Irak ve İngilterenin katılımıyla Bağdat Paktı anlaşması yapıldı. Buna göre bölge ülkelerinin işbirliği içinde olmaları ve sınırlarının güvenliği garanti altına alınıyordu. Bu ülkelere daha sonra Pakistan da katıldı ve bu örgütün ismi CENTO olarak değiştirildi. 1979 yılına kadar süren bu birlik, çok önemli bir varlık gösteremedi. 1964 yılında Türkiye, İran ve Pakistanı kapsayan RCD örgütü şekline dönüştürüldü. Bu da başarılı olamayınca 1985 yılında ECO örgütü ismini aldı.
Pehlevilerin yönetime gelmesinden sonra genç öğrenciler, batı tipi devrimlerin çabucak tamamlanmasını, tutucu müslümanlar ise devrimlerin tamamen kaldırılmasını ve hatta şeriata dönülmesini istiyor ve her iki grup da Şah yönetimine saldırıyordu. Ekonominin gittikçe kötüleşmesi ve petrol üretimi ve satışındaki başarısızlık, sokak gösterilerine ve sabotajlara yol açıyordu. Şah ise bu gösterileri en sert ve en kanlı biçimde bastırmaktan çekinmiyordu.
Bu sırada yurtdışında olan dini lider Ayetullah Humeyni, gittikçe artan bir popülarite kazanmış ve direnişin simgesi haline gelmişti. Şah, 1978’de rejimini kurtarmak için tutumunu iyice sertleştirdi. ABD ile kurduğu çok sıkı bağları bu yönde kullanan Şah, 1978 Kasım ayında sıkıyönetim ilan etti. Aynı günlerde Tahran, Kum ve Tebriz’deki sokak gösterilerinde ve çatışmalarda yüzlerce kişi öldürüldü. Şah’ın günleri sayılıydı ve 16 Ocak 1979 (şimdi resmi tatildir) tarihinde ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Sürgünde değişik ülkelerde yaşayan devrik Şah, 1980’de Mısır’da öldü. Pehlevi ailesinin en son üyesi olan Veliaht Prens Ali Rıza Pehlevi de 2011 yılında Amerika’da intihar etti. Prens Rıza, yakılarak küllerinin Hazar Denizine dökülmesini istemişti, ancak ölümünden sonra aile üyelerinden bazıları buna karşı çıktı. Günümüzde mezarının Boston’da bulunduğu sanılıyor.