İranlı bir filozof olan Mani, 216 – 277 yılları arasında yaşamıştır. Babil yakınlarında doğmuş olan Mani, gnostik bir aileden gelmektedir.
Mani felsefesi Aramî Hıristiyanlıktan, Zerdüştlük’ten, Budizm’den, Yeni Eflatunculuktan ve Antik Yunan felsefelerinden etkilenmiş gibidir. Mani, 13 yaşında peygamber olduğunu ilan etti, görüşlerini olgunlaştırmak üzere Çin’e ve Hindistan’a gitti ve oralardaki inanışları inceledi. Yetenekleri arasında iyi bir ressam olması da vardı.
Yaşadığı dönemdeki Sasani kralı 1. Şapur’a adadığı “Şapurgan” isimli din kitabıyla kralın takdirini kazandı. Daha sonra 1. Hürmüz zamanında fazla güçlenmeye başlayınca Zerdüştler tarafından önce hapsedildi, sonra da öldürüldü. Mani inancı yasaklandı, taraf- tarlarına baskılar yapıldı. Bütün bunlara rağmen Mani inancı izleyicileri tarafından geliştirildi ve felsefi bir akım- dan Maniheizm dinine dönüştü. 8. yüzyılda Uygur hüküm- darı Böğük Han, Budizmden Maniciliğe geçti. Bu dönem, Mani dininin (Maniheizmin) zirvesiydi.
Bin yıl kadar yaşayan bu din, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, İspanya, Fransa ile Doğu Asya’nın tamamı ve Çin’de etkili oldu.
Mani, dünyayı “iyilikle kötülüğün savaş alanı” olarak görürdü ve insanın mutluluğunun bu ikisi arasındaki dengeye bağlı olduğunu söylerdi. Maniheistler, her inanca saygılı olduklarından Hıristiyanlıktan Teslis, Brahminlikten Ruh Göçü ve Reenkarnasyon gibi pren- sipleri almıştı.
Mani seçkinlerinde zenginlik peşinde koşmak, hayvan eti yemek ve şarap içmek yasak- tır. Bekar yaşamak, temizliği, dürüstlüğü ve sade yaşam tarzını yaygınlaştırmak, gezgin olup dünyayı dolaşmak tavsiye edilir. Halkın ise bunlara uyması şart değildir.
Mani, eserlerini Süryanice ve Eski Farsça dillerinde yazmıştı. Mani’ye göre Zerdüşt, Buddha ve İsa’nın başarılı olamamasının nedeni, görüşlerini yazılı olarak bırakmamalarıdır. Mani öğretisi, kolay, anlaşılır bir dill yazılı olması sayesinde yaygınlaşmıştır.
Avesta’nın bir yorumu olan Zend kitabı, yanlış bir yorumla Maniheistlere izafe edilmiş ve zamanla onlara Zendik denmiştir. Bu kelime günümüze kadar değişerek Zındık halini almıştır. Kelimenin sözlük anlamı bir şeyin aslı dururken taklidini izleyen kişi demek olup, çağımızda “dini inkar eden kişi” anlamına gelmektedir.
Arap orduları Buhara ve Semerkant’ı aldılar ve burada yaşayan Maniheist halkları zorla Müslümanlaştırdılar.
İsfehanda çok eskiden beri yaşamakta olan Ermeni toplumunun ibadet yerlerinden en önemlisidir, Vank Kilisesi, ibadet saatleri dışında ziyarete açıktır.
Kiliseye giriş ücreti 50 bin Tümendir. (2019 Eylül)
Ana binanın önündeki heykel, 1636 yılında kurulan ilk matbaanın yapımcısı olan Khachatur Kseratsi’ye ait. Kilisenin içi yerden tavana kadar yağlıboya tablolar ve fresklerle dolu. Bazı tablolardaki desenlerin inceliği göz kamaştırıyor.
Kilisedeki ikinci binada Soykırım Müzesi var. Girişin hemen solundaki büyük boyutlu Türkiye haritasında şehir isimleri Ermenice olarak gösterilmiş ve bu şehirlerdeki Ermeni soykırımı hakkında bilgiler verilmiş. Müzenin geri kalanında Ermeni toplumuna ait çeşitli etnik eserler ve eşyalar sergileniyor. Müze bahçesinde bir Soykırım Anıtı da var.
Günümüzde Yeni Julfa’da 4 – 5 bin kadar Ermeninin yaşadığı tahmin edilmektedir.
Kilsenin bulunduğu Yeni Julfa bölgesine gelmişken buradaki modern ve minimalist dekorlarla bezeli cafelerden birisine oturarak kebab yemekten yorulan midenize Batılı tarz yemeklerle bir ziyafet çekebilirsiniz.
İranın yüzölçümü 1.648 bin kilometre karedir. Bu alan, Türkiyenin yaklaşık iki katıdır.
İran toprağının sadece % 14ü ekilebilir durumdadır. Orman arazisi ise yüzölçümünün % 8i kadardır. Çöl benzeri tamamen verimsiz toprakları % 47 ve ekilemeyen toprakları % 14, kadardır. Ülkenin orta kısmındaki düzlükte iki büyük çöl alanı bulunur. Bunlar Desht-i Kebir (Büyük Tuz Çölü) ve Desht-i Lut (Lut Çölü) tur. Çöl alanları taşlık ve kumluktur, kimi yerleri küçük tepelerle kaplıdır ve buralarda nüfus yok denecek kadar azdır. Çöllerin bir ucu Zağros Dağlarına, bir ucu da Elbruz Dağlarına kadar uzanır.
Çöl bölgesinden ilginç bir fotoğraf :Dikkat ! Deve geçebilir, zaten deve geçmek üzere hazır.
Dağlar
İran coğrafyasında üç büyük dağ sırası bulunur. Azerbaycan bölgesinde: Sabelan Dağı isimli volkanik dağı da içeren Talish Sıradağları; Bendar Abbas şehrinden kuzeye doğru uzanan Zağros Dağları ve Türkmenistan sınırından başlayan Elbruz Dağları.
Ünlü Demavend Tepesi, 5.610 metre yüksekliği ile İranın en yüksek yeridir; Batılı ve Türk, birçok dağcı buraya tırmanmaya gelir.
Nehir ve göller
İrandaki birçok nehir Basra Körfezine dökülür. Ayrıca Hazar Denizine dökülen nehirler de vardır.
Hazar Denizi, dünyanın en büyük gölüdür ve Hazar Denizi ismiyle anılır. Büyüklüğü 370 bin km2dir. Bu denizi Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Rusya ve İran ortak olarak sahiplenmiştir.
İrandaki ikinci önemli göl, Urmiye ve Tebriz şehirleri arasındaki Urmiye Gölüdür. Büyüklüğü 600 km2 kadardır. Günümüzde bu gölün suyu iyice çekilmiş ve hemen hemen tamamen kurumuştur. Gölden tuz ve başka mineraller elde edilmekteydi.
Denizler
Basra Körfezi ve Arap Denizi, İranın denize açılan kıyılarıdır. Basra Körfezindeki zengin petrol yatakları sayesinde İran, dünyanın en büyük petrol üreticisi ülkeleri arasına girmiştir. Körfezde bulunan birkaç küçük adada kimse yaşamaz. İran, son yıllarda körfezdeki Geşm Adası ve Kişh Adasında vergisiz açık pazar bölgeleri oluşturmuştur. Dubaiye coğrafi yakınlığı nedeniyle bu adalarda hem turizm hem de ticaret önem kazanmıştır.
Çevre Sorunları
İranın iç turizm merkezi sayılabilecek olan Hazar Denizi sahilleri, büyük bir kıyı yağmasına uğramıştır. Deniz kenarı, Reştten Sari kentine kadar beton binalar ve tatil köyleriyle doludur.
Tahran’da şehir içinde hava kirliliği çok yüksek düzeydedir. Bu kirliliğin en önemli nedeni motorlu taşıt araçlarının yarattığı egzos gazlarıdır. Tahran, uzun zamandır doğal gazlı ısıtma sistemiyle ısıtılmaktadır, bunun sonucunda ısınma nedeniyle oluşan herhangi bir kirlilik sorunu yaşanmaz.
Tahranın sırtını yasladığı Elbruz dağları, şehrin su ihtiyacını rahatça karşılamaktadır. Hatta, kuzeydeki yüksek yerlerden başlayarak yapılmış olan üzeri açık su kanalları ile şehrin güneyine kadar giden bir su akışı sağlanmıştır. Bu su, içilebilecek kadar temizdir. Tahran halkı, bu suyu korumakta, asla çöp atmamakta ve kirletmemektedir. Doğal bir klima etkisi yapan ve ortamı da rahatlatan bu su kanalları sistemi, dünyada eşsizdir. Üzerlerinin açık olması nedeniyle araçların park etmelerinde ve yayaların yürüyüşlerinde sorun yaratsa da Tahranlılar bu su kanallarından vazgeçmezler.
Basra Körfezindeki petrol üretimi ve petrol taşımacılığının yarattığı çevre sorunları ise petrol sızıntıları, denize ham petrol karışması ve tanker gemilerinin yarattığı sorunlar olarak sıralanabilir.
Hazar Denizinde de yoğun bir çevre kirlenmesi sorunu yaşanmaktadır. Azerbaycan devleti Hazar denizinin kuzeyinde petrol üretimi yapmaktadır. Bu üretim sırasında oluşan kirlilikten dolayı İran ve Azerbaycan devletleri arasında sorunlar yaşanmaktadır.
Kaşh-kayi Türkleri, Oğuzların Kayı boyundandırlar. Bundan bin yıl kadar önce, şimdiki Azerbaycan bölgesine yerleşmiş olan Oğuzların 24 boyundan biri, tam olarak bilinmeyen bir nedenle buradan ayrılarak Güney İran’a gelmiş ve Şiraz çevresine yerleşmiştir. Kaşkayi isminin etimolojisinde “kaş” Türkçede kaş, alın, önde gitmek anlamına gelir. Böylece kaş-kayı, kayıların öncüsü anlamına gelmiş oluyor.
İran devleti ülkede yaşayan göçebe grupları yerleşik hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu bir dereceye kadar haklı görülebilir. 21. yüzyılda göçebe hayatı yaşamak modern hayata geçişin önünde engel oluşturmaktadır. İran’daki göçebe gruplar arasında en kalabalık olanı Kaşkayi Türkleridir.
İran’da yaşayan öteki göçebe gruplar arasında Bahtiyariler, Lorlar, Kürtler ve Beluciler de bulunmaktadır. Kaşkayi göçebelerinin nüfusunun 2 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Şiraz ve çevresindeki dağlarda ve ovalarda yaşayan bu gruplar klasik göçebe davranışları gösterirler. Yazları dağların yüksek yaylalarına çıkar, kışları ise daha ılıman olan ovalara inerler. Kaşkayiler hayvancılık ve el sanatları ile geçinirler. Halı dokumacılığında çok başarılı olan Kaşkayi’ler doğal boyalarla renklendirilmiş yünler kullanarak, İran’ın en özgün halıları arasında bulunan “Gabbeh” tarzı halıları dokurlar.
Shiraz’da özellikle Khan Medresesi yakınındaki Haji Bazaar’da Kaşkayi el işleri ve giysileri satan dükkanlar vardır. Bunların müşterileri arasında rengarenk giysileri ve takıları ile dikkati çeken Kaşkayi kadınları da görebilirsiniz.
12 İmam türbesinin hemen yanında bulunan İskenderin Zindanı iki bölümden oluşur.
İlk yapı olan kubbe; girişin hemen sağındadır. Kubbenin içinde 3 satırlık Kufi yazısıyla oniki imamın isimleri yazılmıştır. Yapı, küçük, toz toprak içinde ve unutulmuş gibi görünür ama o dönemden geriye kalan nadir birkaç yapıdan biri olduğu için çok değerlidir.
İkinci yapı, olan İskenderin Zindanı, derin, daire şeklinde tuğla yapılı ve 10 m. kadar çapında bir çukurdur. Merdivenle inildiğinde burada ısının en az 5 derece azaldığını göreceksiniz.
Büyük İskenderin savaşta yakaladığı esirleri çöl ortamında zaten kendi kendine ölürler beklentisiyle bu zindana attığı söyleniyor. Bu beklentisinde başarılı olmuş mudur bilemiyoruz.
Tebrizin ilginç ve anlamlı köşelerinden birisi Şairler Mezarlığı’dır. Burada eski dönemlerden günümüze kadar gelmiş pek çok şairin mezarı bulunur. Hem turistler hem de Tebrizliler burayı sık sık ziyaret eder, kimileri mezarların başında şiirler okurlar.
Burada çok eski dönemden kalma mezarlar bile var. En eski mezar 1072 yılında buraya gömülmüş olan Esad Tusi’ye ait. Daha sonraları pek çok şair, yazar, mistik ve filozof bu bölgede defnedilmiş. Mezarlık 1970 yılında restore edilerek düzenlenmiş. Son dönem önemli şairlerinden Şehriyar’ın burada defnedilmesiyle mezarlığın ünü daha da çok artmış.
Burada gömülü bazı önemli şairler :
Khagani
Shapur Nishapuri
Nasrullah Tabib
Aziz Khan Mokri
Tahir Tebrizi
Muhammed Hüseyin Behzat Tebrizi (Şehriyar)
Aziz Devletabadi – Derviş
2012 seçimlerini muhafazakar bir aday olan Ruhani kazandı. Ahmedinecad’ın uzlaşmaz, batıyı aşağılayıcı ve tehdit edici yaklaşımlarından sonra yönetime gelen nur yüzlü, uzlaşmacı ve sözü dinlenilen bir lider olarak Batı dünyasında kabul gördü.
Ruhani’nin önemli bir hamlesi de batı ülkeleri turistlerine karşı uygulanmakta olan sıkı vize rejimini gevşetmesi oldu. İran, batı ülkelerinden 10 tanesi hariç geri kalanlara havalimanında vize imkanı tanıdı, bu sayede batılı turistler İran’ı yoğun bir şekilde ziyaret etmeye başladı.
Ruhani, Kasım 2013 tarihinde Nükleer enerji konusunda uzlaşmayı kabul etti ve ekonomik yaptırımların bir bölümünün kaldırılmasını sağladı. Bunun sonucunda İran ekonomisi bir miktar rahatladı.
Ocak 2014 tarihinde İran, nükleer enerji santrallerinin kapısını batılı ülkelerin kontrollerine açtı ve uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurduğunu duyurdu.
Bu gelişmenin sonucunda İran’a karşı uygulanan yaptırımlar hafifletildi ve İran ekonomisi düze çıkmaya başladı.
Suriye Sorunu
Suriyede meydana gelen bölünmede etnik olarak Arap inanç olarak Alevi (Şii) olan Beşar Esad’ın yanında olan İran, batı bloğuna karşı Rusya ile ittifaka girmiş gibi göründü. Bölgede önemli bir güç olan Hizbullah’ın en önemli destekçisi İran’dır. Suriyede (kısmen Iraktakiler de dahil) çatışma- larda Sunni İŞİD ile açıktan savaşa girdi.
Türkiye-İran ilişkileri, Suriye iç savaşı ve Ortadoğu’da güç dengelerinin yeniden şekillen- diği bu dönemde yeni bir aşamaya girmekte.
Türkiye, Rusya ile birlikte Suriye’de ateşkesi sağlamak için İran ile işbirliği yaparken öte yandan Suudi Arabistan ve Katar ile geliştirdiği stratejik ilişkiler sonucu, Sünni ittifakın bir parçası haline geldi. Bu, İran için kaygı verici bir durum oldu, ancak Türkiye ve İran ilişkileri hiçbir zaman kopma noktasına gelmedi. Zaman zaman gelen sert açıklamalara rağmen her iki ülke, ilişkileri belli bir düzey- de tutma ve sürdürme arayışı ve çabası içinde oldu.
Diğer taraftan Kürt sorunu her iki ülke için de önemini sürdürüyor. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti ilan edilecek olursa, her iki ülke için de olumsuz sonuçlar yaşanacağı kesin.
2017 sonu protestolar
2017 yılı Aralık ayı sonunda hayat pahalılığını ve yönetimdeki yolsuzlukları protesto eden gösteriler Meşhed kentinde başladı ve kısa sürede tüm İrana yayıldı. Gösterilere katılım kitlesel boyuta ulaşmadı, ancak kısa sürede pek çok şehire yayılması ülke istikrarsızlığa mı düşecek kaygılarına neden oldu.
10 gün kadar süren olaylar sırasında devlet kuruluşlarının aşırı güç kullanmaması ve top- lumsal desteğin az olması nedeniyle protestolar son buldu. Protestolarda resmi rakamlara göre 20’den fazla kişi öldü ve 1.500 kadar kişi tutuklandı.
Tebriz’de, şehrin yoğun trafiğinden biraz uzaklaşıp dinlenmek için gidilecek en uygun yer, İl Gölü’dür. Burası geniş bir havuzun etrafındaki bir park alanıdır. Tebrizlilerin geceleri çok rağbet ettiği bu yerde bulunan büyük havuzun ortasındaki lüks restoran, Kacar döneminin saraylarından birisidir ve restore edilerek kullanılmaya başlanmıştır.
Gülistan sarayı, Safevi döneminde yapılmıştır. Şah Abbas, binanın kuzey tarafına Tehmasbi Hisarını, dört bağı ve çınarlığı yaptırmış, sonraları bu yapıların etrafına yüksek bir duvar çekilmiştir. Daha sonra Kacarlar döneminde saray yeniden elden geçirilmiş, bundan sonra Kacar dönemi sarayları arasında sayılmıştır.
Bazaar bölgesinden buraya yürüyerek ulaşabilirsiniz. Gülistan Sarayı’nın girişinde gezeceğiniz bölüm sayısına göre bilet almanız gerekir. Bu bölümlerin ücretlerine ek olarak 15 bin Tümen sarayı giriş ücreti olarak alınıyor.
Mermer Taht Salonu
Mermer Taht Salonu: Girişteki uzunlamasına yer alan havuzu geçtiğinizde tam karşınızda Mermer yapılı taht salonunu göreceksiniz. Salonun hemen girişinde iki büyük mermer sütun var. Bunlar Kacar sultanı Aga Muhammed Han tarafından Şiraz’da Zend sultanı Kerim Hanın sarayından sökülerek buraya getirilmiş. Salondaki Mermer taht görülecek en önemli objedir. Bu tahtı oluşturan sütunlardaki 65 insan figürü dikkati çekiyor. Bunlar Yezd bölgesinden getirilmiş ve sarı renkli kaymaktaşından yapılmıştır.
Kerim Hanın Halveti
Kerim Han’ın Halveti: Büyük mermer tahtın sağ tarafındaki köşeyi geçin, hemen solunuzdaki platform üzerinde bir başka mermer taht göreceksiniz. 1759 yılında yapılmış olan bu tahtın bulunduğu yerde önceleri küçük bir havuz varmış. Kacar hanedanından Nasirüddin Şah’ın en sevdiği yer burasıymış. Tahtın bazı süslemeleri Nasırüddin Şah döneminden kalmadır.
Nigar Hane: Sarayın sanat galerisi bölümü. Burada Kacar dönemine ait çeşitli tablolar yer alıyor. Nasiruddin Şah ve Fetih Ali Şah gibi sultanların tablolarında takılı olarak görülen taç ve takıların örijinalleri Tahran Mücevher Müzesinde sergilenmektedir.
Bu bölümdeki iki tabloda, bir Azeri ve bir Türk kadının günlük giysileri gösterilmiş. Anadolu kadın giyim tarzının İran’daki ilginç bir yansıması.
Havuz Hane: Bu bölümde bazı yabancı kralların ve devlet büyüklerinin Kacarlara gönderdikleri bazı hediyeler sergileniyor.
Saltanat Konağı (Özel Müze) : Bahçedeki bu bina, Hükümet Konağı olarak yapılmıştı. Safevi döneminin sonuna doğru Tahran’daki Safevi Şahlarının ikamet yeri olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu binadaki çeşitli bölümleri görmek için giriş katında ayakkabılarınızı çıkartıp galoş giymeniz gerekiyor. Üst kata çıkarken aynalarla süslenmiş ortam, bir saraya girdiğinizi haber veriyor.
Billur Salonu
Üst katta soldaki salon, İngilizce – Farsça karışımı bir ismi olan İmaret-i Brilian (Billur Salonu) adındadır. Buradaki ayna işlemeleri İran’ın en yetenekli sanatçıları tarafından yapılmıştır, kesme ve kristal aynalarla elde edilen süslemeler ve ışık oyunları mükemmeldir. Salondaki büyük avizeler ve taban halıları da birinci sınıftır.
Yandaki salon, Talar-e Adj ismindedir. Fildişi salonu diye bilinen bu salon kraliyet ailesinin akşam yemeklerini yedikleri yerdi.
Nasiruddin Şah
Talar-e Selam: Selam Salonu, saraya gelen yabancı ziyaretçileri ağırlama yeri olarak kullanılmaktaydı. Nadir Şah’ın Hindistan’dan getirdiği ünlü “Tavus Kuşlu Taht” bu salonda duruyordu. Nasiruddin Şah zamanında bu salonda İran Krallığının sahip olduğu değerli taşlar hazinesi de bu salonda durur ve gelen ziyaretçilere gösterilirdi. Bu mücevherler şimdi İran Mücevher Müzesi’nde sergilenmektedir. Salonun içinde kırmızı halıdan dışarı çıkmamak şartıyla dolaşabilirsiniz. Salonun tam karşısında Kacar Hanlarından Nasiruddin Şah’ın balmumu heykeli capcanlı bir şekilde duruyor. Burada fotoğraf çekmek yasak, ama görevliye rica ederseniz bir tek poz için size izin verebiliyor.
Müze-ye Makhsus: Burada eski sultanlar döneminden kalan çok özel eşyalar sergileniyor. Bunlar arasında Şah İsmail’in miğferi, Nadir Şah’ın oku ve yayı, Fetih Ali Şah’ın pazubendi, Ağa Muhammed Han’ın tacı ve Kacar döneminden kalan mühürler sayılabilir.
Şems ül İmaret binası
Şems-ül İmaret: Gülistan Sarayı’ndaki en yüksek yapı burasıdır. Nasiruddin Şah, Avrupa’daki yüksek binaları taklit etmek için burada yüksek bir yapı kurulmasını istemişti. Şah, binanın en üstüne çıkarak Tahran manzarasını seyretmekten zevk alırmış.
Yapı, 1685’te yapılmaya başlanıp iki sene içinde tamamlanmış. İçindeki çini işlemeleri, ahşap oyma işleriyle süslü pencereleri ve birinci sınıf mobilyaları ile zamanının en görkemli saraylarından birisi olmuş.
Talar e Elmas salonu
Talar-e Almas adı Türkçeye “Elmas Salonu” diye çevrilebilir. Salonun içindeki ayna işlemeleri o kadar mükemmeldir ki sarayda hiç elmas bulunmadığı halde, elmas kadar değerli olduğunu belirtmek için bu isim koyulmuştur. Buradaki vitray çalışmaları ve vitrayların yarattığı renk oyunları da çok güzel ve etkileyicidir.
İmaret Badgir: Gülistan sarayında 4 tane Badgir (Badgirin açıklaması için Yezd bölümüne bakın) ile serinletilen bir bölüm olduğunu da ekleyelim. Badgirler günümüzde işler durumda değil, ama üzerindeki çini kaplamalar güzel. Ortadaki salonun 2 cephesi ayna, 2 cephesi vitray kaplamasıyla çok ilginçtir. Salondaki burgulu sütunların üzerindeki işlemeler bile çok güzel.
Kah-ı Abeyaz: Osmanlı Sultanı Abdülhamit, Nasiruddin Şah’a pekçok hediyeler göndermiş; bunlar o kadar fazlaymış ki bunlar için özel bir koruma yeri yapılması gerekmiş, bu bölüm onun için inşa edilmiş. Binanın dışı beyaz olduğu için Beyaz Kale anlamındaki bu ismi vermişler. Günümüzde sadece çeşitli folklorik giysiler, halılar sergileniyor. Sarayın bu bölümü ziyarete her zaman açık olmuyor.
Etnik Müze : Bu bölümde İrandaki değişik etnik grupların hayat tarzları ve giyimlerini canlandıran çeşitli balmumu heykelleri sergileniyor.
Mescid Jameh, İsfehan’daki en eski eserlerden biridir. Caminin yapısında Selçuklu, Moğol ve Safevi mimari tarzları iç içe geçmiştir. Bu mimari özelliğiyle ve orijinalliğini korumuş olmasıyla Dünya Kültür Mirası listesine girmeye hak kazanmış bir şaheseridir.
Cami bölgesine girdiğinizde dev bir avlu sizi karşılar, 20 bin m2lik bu avlu tüm İran’daki en büyük cami avlusudur.
Caminin bulunduğu bu yerde eskiden bir Zerdüşt tapınağının var olduğu düşünülüyor. Daha sonra İslamın gelişiyle bu tapınak camiye dönüştürülmüş. Ana avludaki iki eyvanın birer ucunda bulunan kubbeli yapılar 11. yüzyılda Selçuklular tarafından yapılmış. Bu kubbelerin birisi “Nizam-ül Mülk Kubbesi” ikincisi ise “Tac-ül Mülk Kubbesi’dir.” Bu yapılar, yangında zarar gördükten sonra 1121’de yeniden yapılmış. Daha sonra, bölgeyi ele geçiren çeşitli güçler de kendi mimari anlayışlarıyla çeşitli ekler yapmışlar.
Her iki kubbenin de içi muhteşem “stuco” işiyle bezelidir. Stuco işi, toprağın çamurlaştırılıp sıvanması ve sonra el ile şekil verilip kurutulmasıyla elde edilir. Yapısı gereği çok da dayanıklı olmayan bu teknikle yapılmış olan kubbe içi süslemelerin bin yıla yakın süredir bozulmadan kalmış olması da ilginçtir.
Avlunun dört tarafını çevreleyen dört eyvanın herbiri ötekinden farklıdır ve kendi döneminin özelliklerini yansıtır.
Güney Eyvanı : İçlerinden en ihtişamlısıdır, Moğol dönemi mimari özelliklerine sahiptir, üzerindeki mozaikler 15. yüzyıldan kalmadır ve eyvanın iki yanında İran tipi iki minare bulunur.
Kuzey Eyvanı : Selçuklu dönemine aittir ve üzerindeki yazılar Kufi tarzıyla yazılmış bir hat sanatıdır.
Batı Eyvanı : Selçuklular zamanında yapılmış ama daha sonra Safeviler tarafından elden geçirilmiştir.
Camideki ilginç bölümlerden birisi Sultan Olcayto’nun odasıdır. Burası 14. yüzyıldan günümüze kadar kalmış bir bölümdür. Burada ahşap bir minber, taş üzerine Kufi yazısıyla ince ince işlenmiş surelerden oluşan bir mihrap ve başka bir ahşap minber daha vardır.
Buradan aşağıya doğru birkaç basamak inen merdivenlerden geçerek “Kışlık Namaz Salonu”na gelirsiniz. Bu salonun mimarisi “Yurt” denilen Türkmen çadırlarına benzetilerek yapılmıştır. Duvarlarının kalınlığı 1.5 metre olduğu için soğuğu ve sıcağı yalıtır. Mekanın tepesindeki küçük delikten aydınlanma sağlanmaktadır. Buraya girdiğinizde duvardaki panodan elektrik ışığını kapatın ve bu bölümün 14. yüzyıldaki orijinal halini mutlaka hayal edin. Yerin altında olduğu için son derece sessiz ve dışarıdan izole edilmiş salonun mistik bir hali var. Çok etkileneceksiniz.